Richie Rich-Like a billionaire

Cuma, Eylül 28, 2012

Biz eskiden öyle ama öyle zengin idik ki, her akşam bi yere gider, işte böyle $ saçardık. Serhan derdi ki, "al hanım, bunları garsona bahşiş ver, cebimdeki balyayı da koy çantana kapıda Lamborghini mizi getiren valeye verirsin". Olur bey derdim...


$$$ Canımız sıkılınca uçak yapar uçurur, bunalınca yelpaze yapar serinler, olmadı havalara saçar eğlenirdik $$$


Keşke böyle olsa şakası bile hoşuma gitti☺ İşin aslı geçen sene Richie Rich konseptli bir parti vardı Ümitköy de bi mekanda adını unuttum. Partide eğlenen görmedim, demek ki milyoner olunca pek eğlenemiyormuş insan onu anladım, bir tek fotoğraflar eğlenceli olmuş. Onlarda bilgisayarda karşıma tesadüfen çıktı. Unutmuşum bu güzide partiyi ve paraların havada uçtuğu fotoları :) Görünce güldüm buraya ekleyeyim dedim.
Bi de şimdi hatırladım, konseptin hakkını vermek için zannımca, kürkle gelen kadınlar vardı. Hani Richie Rich ya adı, ben gerçekten zenginim, bakın kürkümde var hesabı :) Ben ise bir bluz bir topuz, çakma milyonerlere çok bile ☺


http://ebrueliacik.blogspot.com/

Feray ın Düğünü

Salı, Eylül 25, 2012
Geçen hafta bekarlığa veda eden Feray bu hafta evliliğe merhaba dedi sayın seyirciler. Kalabalıktı çok fotoğraf çekemedik. Piste sığışamadık gibi bişeyler oldu. Halaydan anlamadığımızdan ekibe kaynak olamadık. Profesyonel halay ekibi gibiydiler, değişik bi şekil yapıyorlardı, biz gibi amatör kulları aralarına katıp ahengi bozacak değillerdi ya. Kadere razı olup uzaktan baktık. Zaten laf aramızda hayatta sevmem şu halay işini kendi düğünümde bile yapmadım yani, gelinlik var düşerim filan ayağıyla kaçtım halaydan.
Gelin damatla ilk fotoğraf çektiren bizdik. İlk danstan sonra damladık hemen masaya nefes almadan yazık tekrar kalktılar :) Eee o gece böyle kardeşim, yorgunluk olacak o ayaklar şişecek, kolda bacakta kafada derman kalmayacak. Oturmaya gelmediler ya :)


Halay bitti sıra bize de geldi. Sanki oynamasak eksikliğimizi anlayacaklar gibi derhal çıktık piste. Düğünlerde hiç yerinden kalkmayan tiplere gıcık olurum da ben. O gruptan olacağıma kalabalıkta sıkışmak pahasına çıkarım ortaya, oturmam kardeşim. Bu arada saçı makyajı ne kadar sade yapmışlar çok hoş olmuş artık eski janjanlı makyajlar saçlar bitti allahıma şükür o neydi öyle ya...



Sağolsun Serhan da kafa dengidir. Oynamayı sevmez de bilmez de ama düğün dernek adabı bunu gerektirir der, kalkar iki döner :) Biz kendi düğünümüzden sonra öyle karar aldık kiminkine gidersek gidelim ortama uyacağız. Moloz gibi oturan güruhtan olmayacağız. Ha izleyen beğenir beğenmez bilemeyiz, biz oynarız gerisi bizi bağlamaz.




Bakın Elçin de geçmiş gelinin karşısına kaldırmış kolları havaya. O da eskiden yerinden kıpırdamazdı, insan zamanla nasıl değişiyor yahu :) Bu arada Ankaranın bağları büklüm büklüm yolları adlı nacizane eserin bestecisi ve güftecisi kimdir acep? Bu zat öyle bir şarkı yapmıştır ki daha uzun bir süre eğlence alemi kendisine minnetdar kalacaktır zannımca. Her düğünde her eğlencede, kınada, nişanda, canlı müzik yapılan yerlerde mutlaka çalıyorlar. Müzik klasik Ankara havası da şu sözleri yazana sormak isterim neyin kafası diye: Ankaranın bağları da büklüm büklüm yolları, ne zaman sarhoş oldun da kaldıramıyon kolları. İşte düğünde içmediğimiz için biz koştuk piste kaldırdık kolları.




Evet vakit geldi artık pasta (yani maket) kesiliyor (yani kesermiş gibi yapılıyor). Her düğünde bir maket harcayacak değiller ya. Adet böyle. Kılıcı veriyorlar eline, tutup pastaya değdirmeden üstten alta şöyle bir indiriyosun. Olay bu kadar. Sonra kılıcı bekleyen görevli hemen geri alıyo ki elinden bir kaza çıkmasın :)  Karşılıklı birer lokma yedirirken gözler  birbirine bakıyor, bu arada çatal ağıza batırmadan yedirmeye çalışılıyor. Bu iş zor. Ben bizimkinde bi de şaka yapayım dedim tam yedirecekken geri çektim filan, ki şimdi olsa hayatta yapmam. İyi cesaret yani zaten sakarım, ne gerek var abi cambazlığa. Sonrasında bizim düğünde ilave olarak kolları dolayıp şampanya içme olayı vardı ki onu baştan konuştuk kesin bişey olur ya dökülür ya çarpılır hiç yapmayalım demiştik. Ama unutmuşuz bu kararımızı, şampanya kadehini elimize verir vermez hoop dolayıp kolları dikmiştik kafaya. Neyse tamamladık ritüeli sakata gelmeden. Aklıma geldi kendi düğünüm daldım bak. Feraylar da pastayı böyle kesti işte. Yok bu kesip sonra müzikle el çırptıkları hali, ne güzel ne mutluydu o gün...



Çıkmadan dedik iki artistik pozumuz olsun günün hatırına. Bir güzel köşe bulduk kurulduk. Burada sadece kendimizi göstermiş olduğumuzu düşünmeyin diye elbiselerden de bahsedeyim. Benim ki Koton dan, Elçinin ki Park Bravo dan. Koton olmasa ne giyeceğim acep? Bir de Stradivarius, bazen H&M, arada Zara, çanta aksesuarda Mango...Neyse işte böyle. Yaka kolye işini sevdim. Bakınız yine taktım bunu da Elçin den aldım. Güzel oluyo.



Gecenin kapanış pozu muhterem eşimle.





Son olarak Feray, mutlu olursun inşallah, hayırlı olsun arkadaşım. Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine mi derler? ☺



Bu da benim sofram

Cumartesi, Eylül 22, 2012

Dün akşam ne yediğimin kimi ne kadar ilgilendireceğini bilmiyorum. Heves ettim yazacağım. Haftada 6 (yazıyla altı) gün çalışıp akşamda 7 den önce eve giremeyince her gün sofra kurmak çocuk oyuncağı değil takdir edersiniz. Elçinleri yemeğe çağırdım, çünkü kaç zamandır ziyaretlerimiz tek taraflı oluyordu benim vaktim az diye.
Menü klasik: çorba-tavuk-pilav-salata. Önceki gün yeşil mercimek çorbamı yaptım. Akşam eve gelince tavuk butlarını baharatlayıp fırın poşetine attım. Patateslerde de aynı taktik. Onlar pişerken pilav yaptım. Pilavı yasemin pirinciyle yapıyorum, nefis oluyor. O arada salata yaptım. Sonra Elçin yoğurtlu semizotu yaptı. Öyle böyle derken bir saatte en ama en sevdiğim çeşitlerden oluşan sofram donatıldı bile. Görmemişin yemek yapası tutmuş hemen sofram da sofram diye fotoğrafını çekip bloguna koymuş. O benim işte. Bu da tavuklu pilavlı, çorbalı salatalı, mezeli öz be öz turkish style akşam yemeği masamız:






Küçük şeyler mutlu eder insanı, ya da ben öyleyim bilmiyorum. En ama en kral dostum, arkadaşların şahı, her zaman yeni birşey öğrendiğim, kimselere benzemeyen Şehnazcığım, aşağıdaki iletiyi facebook duvarımda paylaşmış. Sevindirik oldum, çok hoşuma gitti ben de buraya koydum :) Bi de bakıyorsun aynı iletiyi bütün arkadaşlarının duvarına yapıştırmış hahaahaa ne gülerim ama :)))) Neyse öyle de olsa seni seviyorum canım :)



♥♥♥

http://ebrueliacik.blogspot.com/

Bekarlığa Veda Partisi

Çarşamba, Eylül 19, 2012
Cumartesi akşamı Elçin in üniversiteden arkadaşı, Feray ın bekarlığa veda partisi vardı. Ümitköy de Meşk i Teras da yer ayarlamışlar. Bünye ne zamandır bir terapi istiyordu, ama fırsat olmuyordu, e güzel de bir sebep bulunca hazırlandık attık kendimizi Eskişehir yoluna. Spor olsun rahat olsun diye üstüme Koton dan aldığım siyah şort  tulumumu giydim, elimde rugan kutu çantam, Elçin de yine şort tulum ve benim çantanın pudra rengiyle gelince ucundan pişti olduk. Olsun kardeş dediğin kardeşine benzemeli zaten.
Gelin kızımız hepimize mor tüllü minik şapka almış, hemen jet hızıyla kafamıza yerleştirdik. Belimize de folklorik kuşaklar :) Kültür mozaiği diyelim.
Bize eğlence lazım, daha başka bişeyler olsa onları da takar takıştırırdık allahtan sadece bunlar vardı.


Kına hatırası minik aynalarımız ve yanında da ilerleyen saatlerde parmaklarımızı kangren edecek ziller :



Gelin kızımızda kırmızı şapka var, çünkü gecenin sahibi o, ayrıcalıklı yani, bi nevi seçilmiş insan choosen one, herkes gibi olacak değildi ya:



...amma velakin haftaya düğünü olan gelinimizin istek şarkısı bu mu olmalıydı ey dostlar ☺



Pastanın üstüne "Bekarlığa veda ettiğine pişman olma" yazdırmışlar. Yeni nesilin evliliğe realist yaklaşımı diyebiliriz ☺



En iyisi kes sen bu mesaj kaygılı pastayı Feray, yalnız bıçak değil kılıç getirdiler resmen, olsun o da olur:



Pasta da kesildi e hadi o zaman devam edelim, Elçin e bak hemen fırlamış bile:



Morarmış parmaklarda ziller, kafalarda mor tüller :



Nikahta keramet vardır derler, doğruymuş daha nikah olmadan bakınız ışık huzmesi altında kalmışız, grupça nur yağmış üzerimize :



 Şimdiden Feraycığıma mutluluklar diliyorum, o gece diledim zaten bir de burdan yazıyorum. İnanıyorum ki çok mutlu olacak...
P.S: Meşk i Teras kaliteli, ferah bir mekan, müzik güzel hem de garsonlar nazik. Rahat rahat eğlendik. Yemekler orta karar. Ben sevdim, tavsiye ederim soranlara.
P.S2: Kına için incik boncuklar burdan alınmış:

Yazımı yazarım, başlığı bulamasam da olur

Perşembe, Eylül 13, 2012

Bugün sıkıcılıkta dünden daha iyi gibi gelmişti başta, ama akşama doğru fikrim değişti. Umudumu yarına bağladım. Bu arada az önce etrafta ne olup bitiyor kolaçan edeyim diye çıktım odamdan. Kısa bir turdan sonra baktım pek gerek yokmuş kalabalığa karışmaya. Elemanın birinin ilkokul düzeyinde şakasına maruz kalarak sersemleyen bünyem, bir iki de nursuz bakışla karşılaştıktan sonra git dedim kendime. Hemen kaçtım odama.
Aslında böyle başlamayacaktım yazıya. Aşk ve özlem satırları olacaktı en başta. Çünkü, sevgili kocam iki gündür yoktu, bugün geliyor İstanbul Heybeliada dan onu yazacaktım. Hatta Adalar dan bir yar gelir bizlere diye klişe şakalar yapacaktım. Böyle oldu.
O'nun gelişinin şerefine bir "ikimiz" fotosu:


Ve bir de onun objektifinden "kale kapısı önünde habersizmiş gibi" pozum :)


Bu arada on numara beş yıldız tabir edilebilecek birkaç blog keşfettim, takibe aldım, fikir edinmeye çalıştım, kafamda ampuller yandı, hoşlandım, heveslendim, sevindim...Böyle işte...

http://ebrueliacik.blogspot.com/

Yaka Kolye

Çarşamba, Eylül 12, 2012
"Satın alıp bir türlü kullanamadıklarım" adlı kara listemde olan yaka kolye her gün yatak odasındaki takı kutusunda mahsun mahsun bana bakıyordu. Yaklaşık iki ay karşılıklı bakıştık. Zaman zaman elime alıp boynuma tutup arkasından vazgeçmişliğim oldu. Takmak için kararlı adımlarla gidip uyduramayıp bıraktığım da oldu birkaç defa. O ise aynı yerde sabırla bekledi. Gün bugün dedim bu zulmü bitirmek içim uyar uymaz demeden taktım yaka kolyemi. Ohh be, o rahat ben rahat. Hiç değilse para verdim bir kere bile takmadım demem artık. Bir kere taktım işte. Altın kaplaması yalnız kalmasın diye altın renkli saatimi de arkadaş yaptım kendisine. Böyleyken:


Böyle oldu:


Şeytanın bacağını kırdım arkadaş. Kullanılmayanlar diye birşey olmayacak artık dolabımda. Ne varsa değerlendirilecek, ezbere alınmayacak, alınanlar tepe tepe kullanılacak. O kadar!

http://ebrueliacik.blogspot.com/

Eylül ve Kırmızı

Pazartesi, Eylül 10, 2012
Aslında Eylül ü çok severim, severdim yani...Artık eskisi gibi hoş ve romantik gelmiyor. Kışın ve Ankara ya aylar boyu demir atacağımızın habercisi sadece. Yıllar geçtikçe iyice yaz insanı olmaya başladım. Bu aralar gezme tozma planı da görünmüyor ufukta. Yani gezelim görelim yazıları için beklemem lazım. Korkarım AVM ler labirent, biz içinde fare misali gezineceğimiz karanlık kış günleri çok uzakta değil. Sonra 9 ay beklemek zorundayız ki, yaz gelsin, hava ısınsın, denize girilsin, özgür olunsun vs vs...

Neyse moral bozmak istemiyorum. Bu arada dolabımı yerleştirip baharlık ve kışlıkları yıkayıp çıkarmam lazım. Bu arada verilecekleri vermem, alınacaksa ( ki kaçarı yok illaki ) yenileri almam lazım. Belki bu biraz motive edebilir, kimbilir.

Bir de fotoğraf ekleyelim. Kırmızıyı çok severim ama sadece aksesuar olarak, ya da ufak detayların üzerinde, yani aynen böyle...



Sonunda Kuşadası-Güzelçamlı ☺

Pazartesi, Eylül 10, 2012

Güzelçamlı adı üstünde milli parkın, çamlıkların içinde Kuşadasının en güzel yerlerinden biri. Annemler orda yazlıkta kalıyor. Bizim de bu yaz tatilinde son durağımız Güzelçamlı. Ancak her sene iki defa gelip birer hafta kaldığım yazlıkta bu sene 4 gün kalabildik. Yetmedi ama güzeldi. Sabah kahvaltılarımız annemin patates kızartmaları, benim menemenim eşliğinde her seneki gibi kuvvetliydi:


Bahçede bu sene yok yok maşallah. Muz, nar, zeytin, şeftali zaten vardı da, pigme karpuzlar beni benden aldı :) ne zaman büyürler acaba?



Ne işe yaradığını anlamadığım, tadı tuzu olmayan kudret narı bile vardı ben hayatımda ilk kez gördüm:



Babamın asması ilk mahsulünü verdi, bizde törenle bağbozumu yaptık :)



http://ebrueliacik.blogspot.com/

Ayvalık-Cunda Adası ♥

Cumartesi, Eylül 08, 2012

Merhabalar  J  nerde kalmıştım? Evet Ayvalık... Hemen devam ediyorum. Dikili-Ayvalık arası çok yakın olduğu için oraya her gidişimizde uğruyoruz. Yine öyle yaptık. Ayvalık, özellikle Cunda adası benim bayıldığım yerler listesinde ilk üçe kesin girer. Hatta burada bir evim olsun diye secret bile yaptım bu sefer. Alttaki kare klasik oldu bizim için. Tabela önünde (rahmetli Barış Manço misali) fotoğraf çektirmezsek işimiz rast gitmez :)


Yine erken gittik tüm günü orada geçirdik. Önce cadde boyunca yürüyüş yaptık o arada uzun süre böylesini bulamayacağımız için  midye dolmalarını afiyetle yedik. Üstüne de Açelya Cafe de birer ayvalık tostu-limonata. Ayvalık tostu deyince; ısırmakla kopmayan kayış ekmeklerin arasında kule olmuş malzeme bolluğundan dolayı ağıza sığmayan bir tost gelir gözümün önüne. Gerçek Ayvalık tostu ise çıtır çıtır ekmeğin arasında, olması gerektiği kadar malzemesiyle harika bir tost. Herşey yerinde güzel yani.
Şeytan Sofrası denen tepeden olağanüstü manzara:



Gezme tozma, çarşı, alışveriş derken yine acıktık. Buraya gelip balık yemeden dönemezdik, kendimize bu kötülüğü yapamazdık. En son geçen yaz Bay Nihat ta balık ziyafeti çekmiştik. Çok güzeldi. Bu sefer restoran yerine Cunda da küçük bir teknede yedik öyle denk geldi. Ne yesek nerde yesek derken birden gördük, hadi hop arabadan indik ve siparişi verdik. Herşey bu kadar taze bu kadar mı lezzetli olur. İşte midye tavamız, cola zero yine yancılık yapmış :

…yarısı anında yendikten sonra ancak fotoğraflanan balık ekmek:

Teknede bilumum pozlar, olmazsa olmaz. Karnı doymuş ben, gözlüğümde kocam...

 Biz ♥

 ve Kleopatra nın teknesi :)

Efendim yemek sonrası, sipariş üzerine İmren Pastanesi'nden Ayvalık ın meşhur sakızlı kurabiyesinden aldık. Sakızlı kurabiye için güzel diyemem kötü hiç diyemem. En iyisi yorum yapmamak çünkü ben damla sakızı sevmem. İşte şöyle birşey:

Evet böyle bitirdik o günü, kedilerinle beraber bizi bekle Ayvalık, inşallah seneye yine geleceğiz.

Tatilin ilk durağı Dikili

Cuma, Eylül 07, 2012
Yaz tatili rüyalarımızı süslerken, başladığı andan sonra rüya gibi çabucak geçti. Geriye 436 adet fotoğraf ve yazılmayı bekleyen anılar kaldı.
İlk durağımız Dikili oldu, eşimin ailesinde 4 gün kaldık. Dikili de deniz zaten serin olur bu sene iyice soğumuş. Suya girebilmek için verdiğimiz mücadeleyi, çıkmak için attığımız kulaçlar izledi :) Denize çok giremedik ama kumsal güzeldi, mükemmel gün batımları izledik, her gün farklıydı.



İzlemeye doyamadık, fotoğraf çekmeye de...



...ve tabii ki ikimiz...



Gündüzleri balkonda tembellik yapmak için salıncak benimdi, karnım tok, keyfim yerinde, manzaram güzeldi.



Bahçedeki armut, vileda sapı olmadan ayakta duramamasına aldırmadan boyundan büyük işlere kalkmış, onlarca armut vermişti, şaşırdım. Sonra dalından koparıp yedik, böyle bir zevk olmaz ya, ben herşeyi dalından koparmak istiyorum artık...



Dikili de çok güzel sofralarımız oldu, çeşit çeşit yemeklerle dolu anne sofraları, ama nedense hiçbirinin fotoğrafı çekilememiş açlıktan gözümüz görmedi galiba. Sevdiğimiz pidecide lahmacun yedik, tadını unutmamak unutturmamak için fotosu çekildi hemen:) İçmeyiz içmeyiz derken cola zero da her yemekte default olmaya başladı bu ara...



Armut ağacından sonra asma da arşivlenmeyi haketti, bu senenin hasılatı gayet başarılı görünüyordu. Hemen orda test ettik, evet güzeldi.



Ürün yelpazemize üçüncü sıradan giren elmalar Naci amcanın bahçesinden, istediğin kadar topla dediler ama bir tane aldım sadece, onu da yemeden geldim, unuttum :) Zaten koparmak yemekten zevkli...



Elma toplandı, sohbet edildi, kahveler içildi, kayınvalideye cilveler yapıldı...



Günler güzel geçti, çabuk geçti. Şimdi yaza kadar bekleyeceğiz...

http://ebrueliacik.blogspot.com/













Blogger tarafından desteklenmektedir.